Hoşgeldin:)

Paylaşmaya hoşgeldin, paylaşmak özgürlüktür fikirler paylaşıldıkça büyür...

26 Ocak 2010 Salı

SADECE BİRAZ HOŞGÖRÜ



“Büyükbabanın Öyküsü”


Bir zamanlar oğlu, gelini ve dört yaşındaki torunuyla birlikte yaşayan yaşlı bir adam vardı.Elleri titriyor, gözleri eski denli iyi görmüyor ve yürürken sürekli sendeliyordu.Yemek zamanı geldiğinde tüm aile masaya birlikte otururdu.Fakat yaşlı büyükbabanın titreyen elleri ve bulanık gören gözleri yemeği işkenceye dönüştürüyordu.Bezelyeler kaşığından yere yuvarlanıyor, bardağı tuttuğunda masa örtüsüne süt sıçratıyordu.Oğlu ve gelini bu durumdan rahatsız olmaya başlıyordu.

Böylece karı koca köşeye küçük bir masa yerleştirdiler. Ailenin geri kalanları yemeklerin tadını çıkarırken, büyükbaba bu küçük masada tek başına yiyordu.Zaman içinde bir iki tabak kırmasının ardından büyükbabaya yemekleri tahta tabakta verilmeye başlandı.

Böyle yalnız başına yemek yerken yaşlı adama göz attıklarında onu sessizce ağlarken buldukları oluyordu. Yine de karı kocanın büyükbaba ile konuşmaları yalnızca düşürdüğü çatal, döktüğü yemek için yapılan azarlamaların ötesine gitmiyordu.

Ailenin en küçük bireyi ise tüm bunları sessizce izliyordu. Bir öğleden sonra babası küçük oğlunu tahta parçalarıyla uğraşırken buldu ve tatlı bir sesle ona ne yaptığını sordu.Oğlu ise ona aynı tatlılıkla “Sana ve anneme ben büyüdüğümde kullanmanız için küçük birer kase yapıyorum” diye yanıt verdi ve işine devam etti.Bu sözcükler anne babasını o denli etkiledi ki, bir süre gözlerinden süzülen yaşlarla sessizliklerini korudular. İkisi de yapılması gerekeni biliyordu.

O akşamdan itibaren büyükbaba yeniden ailesiyle aynı masada yemeğini yedi ve ne oğlu, ne gelini düşen bezelyeleri, ıslanan masa örtüsünü, dökülen sütü dert etti. (Leo TOLSTOY / Yaşlı Büyükbaba ve Torunu)

Güneş bize yüzünü döndüğünde hepimiz birer amaç uğruna başlıyoruz mücadele etmeye. Aynı şehirlerde yaşasak da, aynı şirketlerde çalışsak da, hata aynı iş yerinde aynı görevi yapıyor olsak da hepimizin amacı farklı.Zaten bu farklılıklar değil mi yaşamlarımızı ayıran?”Sen, ben, o, herkes aynı hikayede.Başı ve sonu aynı, gerisi farklı.” Diyerek ne güzel anlatır bunu Şebnem Ferah.

Hepimiz kendi amacımıza ulaşmaya çalışırken kim bilir neleri görmezden gelip kimlere öfkeleniyoruz.”Olur mu canım öyle şey’ler, beni hiç anlamıyor’lar …vb.” Ama evet,olur öyle şey ve o sizi anlamıyorsa bu kez de siz deneyin onu anlamayı.

Hayatımız o kadar bencilleşti ve bireyselleşti ki kendimizden başkasını düşünmeden yaşar olduk. Bizim acımızdan başka acılar yaşanmıyor sanki…Birine öfke duyduğumuz anda sadece on saniye sessiz kalmayı başarıp kendimizi onun yerine koyabilsek ve o hayatımızdaki büyük eksikliği doldurup gülümseyebilsek ne çok şeyi çözmüş olacağız.Belki empati yapsak da kendimizi haklı bulacağız ama hoşgörüyü hayatımıza sokup küçük bir gülümsemeyle karşımızdaki insanın da hatayı kendinde arayabilmesini sağlayabiliriz.

Evet birbirimizi hoşgörmeliyiz ama sadece başkalarını değil. Zaman zaman kendimize de hata yapabiliriz.İşte o anlarda durup bu kez kendimize gülümseyebilmeliyiz.

Başkaları size hata yapsa da ya da kendiniz kendinize hata yapsanız da hoşgörüyü asla hayatınızdan çıkarmayın. Yapmak istediklerinizden asla vazgeçmeyin.Gülümseyin…Hem maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilemez...


Canseli CANPOLAT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder